21 Mart 2011 Pazartesi

Daha Fazla 'Bek'lemeyin!

Ekrem Dağ, taçtan düşen serseri bir topta Zalayeta'yı savunamadığı için büyük bir kesim tarafından eleştirilerin odağına oturtuldu. Spontan gelişen bir pozisyon olmasına rağmen hata skora yansıdığı için tümden gelimci tabelacı taraftarlar Ekrem'i yetersiz addetti.


Katılmıyorum değil. Evet Ekrem ideal bir bek değil. Onunla birlikte Kayseri karşısında ciğerlerini parçalarcasına koşan İsmail'in de gerekli yeterlilikte olduğunu düşünmüyorum. Ekrem'in sakatlığında oraya monte edilen Alman Hilbert iyi bir 'idea'ydı belki ama, 9 numaranın futboldaki karşılığını bildiğimizden sağ bek-Hilbert evliliğinin de çocuğumuz Ekrem yeniden doğana kadar süreceğini biliyorduk.  

Bu bek meselesi bence Beşiktaş'ın içinde bulunduğu durumu yaşatmaya zemin hazırlayan hayati bir mesele. Fenerbahçe maçında Dia ve Niang'ın bizim sağ kanadımızı nasıl sömürdükleri hafızalardadır. İsmail'in de Dinamo karşısında yaşadığı zor anlar.

Quaresma'nın kanatta bulunduğu bir tertipte, tavladan örnekle oraya kapı yapmanız gerekir. Yani defansif özellikleri ön planda olan bir kanat savunucusu. Yok mu? İşte o zaman rakibin attığı her zarda o kanadın kırılma ihtimalleri maksimuma çıkar. Schuster hoca da bunu bildiğinden diye düşünüyorum, oldukça ofansif olan kanatların açıklarını yamamak için Aurelio ve Nobre gibi oyuncuları kullanarak ortadan direnç göstermeye çalışıyordu. Fakat bu tercihler takımın ahengine sokulan bir dinamit etkisi yarattı. Ne Nobre orta saha oynayacak taktik beceriye sahipti, ne Aurelio oradaki gedikleri tıkayacak dinamizme. Ayrıca Guti de geriye kaçarak oynadığından rakip orta sahalar çok rahat önde basabiliyorlardı. Bu denklemi çözemeyen Schuster hoca da daha fazla dayanamadı.

Tayfur hoca tek bir hamleyle; Guti'yi öne atarak rakip orta sahanın daha rahat çıkmasının önüne geçti. Böylece
kanatlarda bir nebze rahatladı ve o muazzam baskılı oyun ortaya çıktı.

Yapılması gerekeni bilen ve yakın geçmişte uygulayan adam ise maçları kıskıs gülerek stüdyodan takip ediyor; Mustafa hoca. Kendi döneminde İsmail'e formayı vermemekte direten, Ekrem'i ön liberoda bile oynatıp sağ bekin yakınından geçirmeyen Mustafa hoca! Bu takıma alınacak bir tane (1) stoper özellikli kanat savunucusu, defans sorununun büyük kısmını haledecektir. Örnek gerekirse; Chivu, Corluka, Ramos, Ivanovic, Zanetti tarzında 1 adam. Türkiye'de bu adamlarla eşleştirebileceğimiz örnek ne yazık ki yok. En son Mustafa hocanın yaratmaya çalıştığı İbrahim Kaş dışında! Ne yazık ki yontamadı Denizli Kaş'ı. Fakat taktiksel açıdan düşüncesini bugünkü bekleri görünce anlamlandırmak daha kolay. Taktik disiplini en az Quaresma kadar düşük Holosko, Yusuf gibi kanat oyunculaın arkasında kullandığı beklerin defansif öncelikleriyle kullanmış ve tarihin en az gol yiyen Beşiktaşlar'ından birini yaratmıştır. 

Yukarıda saydıım 5 oyncudan biri gelene kadar eldeki alternatifler arasında o bölgeye en uygun isim İbrahim Toraman gözüküyor. 

Bakarsınız şehrimize bir film gelir, bir güzel orman olur...

17 Şubat 2011 Perşembe

Evlere Servis...


            Ukrayna sektörü oldukça geliştirmiş. Artık deplasmana gitmeye gerek yok

İbrahim Üzülmez...



BAŞIN ÖNE EĞİLMESİN, ALDIRMA İBO ALDIRMA... diye haykırası geliyor insanın ama kafanı kaldırsan Madrid'de oynardın zaten değil mi kaptan? Bir jenerasyonu yapamadığın ortalarla heder ettin. Olsun be yine yapamasaydın o ortaları; biz zaten senin orta yapabilme ihtimalini sevmiştik.

Hani okulda çok sevdiğiniz bir öğretmeninizden dayak yersiniz ya, ya da en sevdiğiniz kızdan zorunuza giden bir hareket görürsünüz ya, aynen öyle yaraladın bizleri İbo. Hiç gerek yoktu. Seni almadılar Madrid'e belki ama oranın kaptanına seni kaptan etmiştik... Kazıyarak tırmandığın futbol serüveninde belki de kimsenin hayal edemeyeceği üzere filmin sonu mutlu bitecekti ama olmadı... Olduramadın...

Rakibinin sağından atıp solundan geçmenin akabinde formasından tutarak yere atlaman sonucu kazandırdığın fauller... İlk çıktığın derbide tribünlerin İbrahim sesleriyle inlemesi... Overmans'a gider yapacak kadar çılgın, Sami Yen'in hatıra defterine kalın puntolarla adını yazdıracak kadar yürekli, kırık sol kanadımız... Yaptıklarından çok yapamadıklarıyla örnektin Türk futboluna... Eksikliğimizdin... Kralın karşısına çıkan Deliydin; Kral çıplak diye haykırıyordun... Halen yok bir veliahtın... Belki senin gibi Antep'ten gelen İsmail... Çirkin Kraldın... Sahaya giren Bursalı taraftarı kovalarken, orta açmayı bilsem Madrid'de oynardım derken, Nobre'ye memleketten bal getirirken...

Laf aramızda, aslında bizlere en çok koyan şey senin gidişine sevinememek oluyor. Onlarca adak adandı açamadığın her ortadan sonra... Gittiğin gün düğün dernek kurulacaktı, bir türlü anlaşamadığı kız kardeşini baş göz eden abi edasında halay başı olmak için sıra bekleyenler olacaktı... Olmadı... Olduramadın...

Estin bre geçtin Deli rüzgar... Uğurlar olsun...

14 Şubat 2011 Pazartesi

Dert Ortağım Benim...


“Manolo, oyuncularını çok iyi bir taktikle sahaya sürdü. Tabii şunu söylemek gerek, 10 kişilik bir savunmaya karşı gol atmak da, her zaman kolay olmuyor”

Sporting Gijon maçından sonra Guardiola...


 “Avrupa’daki rakiplerimiz Ankaragücü gibi değil, ofansif oynuyorlar. Türkiye’de 10 savunmacıyla sahaya çıkan takımlara karşı mücadele ediyoruz. Ancak bu da mazeret olamaz. Yaşadığımız sorunlar kendimize ait ve bunları çözeceğiz.”
Ankaragücü Maçından sonra Schuster...



3 Şubat 2011 Perşembe

Kafalar Kıyak, Keyifler Tıkırında...

Barbaros meydanında Simao Sabrosa,
Derin bi nefes çektik Bobo Da Silva,
Bi umudum sensin Hugo Almeida,
Hayat yaşanmıyor ki Schuster olmasa,
Beşiktaş seninle ölmeye geldik, Beşiktaş..
...Gücüne güç katmaya Deli,
Formanda ter Hernandez Guti,
Q7 seninle ölmeye geldik, Q7..


2 Şubat 2011 Çarşamba

Aydınus'u Anladık da MHK Ne Çocuğu?


Zamanında Fenerbahçe taraftarlarının başlatmış olduğu 'Beşiktaş'ın çocuğu Fırat Aydınus' kampanyası en nihayetinde emeline ulaşmış oldu. Artık herkes rahatlamıştır umuyorum...

Günümüzde, usta gazeteci rahmetli Uğur Mumcu'nun faillerinin hala bulunamadığı bir memlekette futbol ortamında hiç bir karanlık gücün olmadığını söylemenin saflık olacağını belirtmeye gerek yok heralde. Ama ne demişler: Kusursuz cinayet yoktur. Ne kadar organize olurlarsa olsunlar bu sözü doğrularcasına suç mahalinde delil bırakmadan edemiyorlar... Aydınus sınavını verdi! Arkasından atıp tutanlarda en ufak bir utanma emaresi göremedik. Bu hafta oynanacak maçlardaki hakem atamalarıyla da attıranların ne çocuğu olduğu ortaya çıkmış oldu.


Tarih 28-02-2010. Fenerbahçe şampiyonluk yarışında kritik Büyükşehir Belediyespor maçına çıkıyor. Yer yine Atatürk Olimpiyat Stadı. Skor 1-1 devam ederken Alex'in, rakibinin sakatlanmasına neden olabilecek bu harketi hakem Fırat Aydınus tarafından Kırmızı kartla cezalandırılıyor. Pozisyonun gelişimi itibariyle Aurelio'nun hareketiyle büyük benzerlik gösteriyor. İkisi de istmeyerek de olsa rakiplerine sert dalıyorlar ve haklı olarak atılıyorlar. Fark nerede mi ortaya çıkıyor? MHK, Şubat 28'de oynanan bu maçın ardından tam 1 ay Aydınus'a Süper Lig'i yasak ediyor. 2009-2010 sezonunun 23. haftasına denk gelen bu maçın ardından tam 4 hafta boyunca sadece 1 kez Bank Asya ligi'nde Altay-Adanaspor maçı yönetiyor, 23 Mart'ta.

Beşiktaş'ı harcamanın cezası mı? Ceza mı ne cazası! Bedava ya bedava, Beşiktaş'ı harcamak bedava! 


20:00 Bursaspor - Sivasspor: Fırat Aydınus!



           

30 Ocak 2011 Pazar

Beşiktaş'ın İlacı

 İştah açıcı*      

                                                         
*Quaresma, Simao, Almeida ve Fernandes'in üstüne isterlerse Meireles, Moutinho, C.Ronaldo hadi bir de bonus Pepe'yi getirsinler, değişmeyecek bir gerçek var; bu takımın lideri Guti'dir! Ve Beşiktaş ancak Guti'nin oynayabildiği kadar iyidir. Bunu neye dayanarak mı söylüyorum? Kronolojik olarak gidersek Beşiktaş lehine sonuçlanan; Bucaspor, Manisaspor(kupa), Galatasaray, Bursaspor, Porto(deplasman), Fenerbahçe, Ankaragücü ve Bucaspor maçlarında Guti performansları ve onun gününde olmadığı maçlarda alınan kötü sonuçlara dayanarak... Bugün öyle iştahsız, öyle isteksiz oynadı ki, adeta takımın ivmesini bir vites düşürdü. O futbol oynama arzusuyla yanıp tutuşan Dahi'den eser yoktu. Ne Cenk'in büyük hatası, ne de Aurelio'nun sorumsuzluğu mağlubiyeti onun kötü performansı kadar inşa etmedi. Beşiktaş'ın üç kulvarda da maç kondisyonunun git gide artması, Guti'nin fiziksel yetersizliği, artı Olimpiyat Stadı'nın kasvetli havası Guti'deki bu iştah kaybının açıklamasıdır diye düşünüyorum. En azından öyle düşünmek istiyorum...

****************************************************************

Bir insan bile bile lades olur mu? Sezonun ilk yarısında İnönü'de oynanan İBB maçının orta saha-hücum kurgusu şu şekil iken:

Erhan Güven
7Ricardo Quaresma
66'9Roberto Hilbert
66'10Matias Delgado
28Fabian Ernst
77'8Nihat Kahveci
23Filip Holosko

...yani Ernst'in tek defansif orta saha oynadığı, 'saldım çayıra mevlam kayıra' sistemiyle aldığın sonuç ortada iken Schuster bu maçı unuttuysa büyük hata, yok bu müsabakayı hatırlıyor ve orta sahayı bir tek Aurelio'ya emanet ediyorsa hata değil facia! Ki o Belediye Süper Lig'in en disiplini orta saha hattına sahip iken.

Kadro tercihinin yanı sıra oyuncu değişikliklerinde de anlam veremediğim seçimler yaptı Alman hoca. Kırmızı kartın ardından Fernandes-Ernst ikilisinin oyuna girdiği taktirde elektro şok etkisi yapacaklarını düşünüyordum. Schuster daha muhafazakar bir seçim yaparak sadece birini sokmayı tercih etti ve işleyişe çomak sokmaktan kaçındı. 80'e kadar Guti'yi izledi ve bu dakikadan sonra Ersnt'i soktu. 80'den sonra Ernst'ten ne beklenebilir diye düşünürken, 89. dakika'da Necip'in oyuna girmesi hayretlerimi iki katına çıkardı...

Schuster'e karşı olan inancımızda bir eksilme oldu mu, tabii ki de hayır! Ama insan kalitesi, teknik direktör imajı, sivri zekasının yanında motivasyon konusunda biraz eksi kalıyor sankim. O zaman Schuster'e de Tarım ve Köy işleri Bakanlığı onaylı motivasyon arttırıcı bitkisel kaarışımlardan öneriyorum...



28 Ocak 2011 Cuma

GÜLDÜR 100'ÜMÜZÜ


Bu yıl Ağustos ayı Beşiktaş Futbol Şubesi'nin 100. kuruluş yılına tekabül etmekte. 100. yıl denilince heralde taraflı-tarafsız herkesin aklına Sergen önderliğindeki o muhteşem kadro gelir. UEFA çeyrek finali, 3-3'lük Gençlerbirliği maçı, Pascal'ın tombalası ve Sergen attı şampiyonluk geldi... Tam 7 sene sonra, yine rüya gibi bir takımla, yine bir 100. yıl dönümünde güldür yüzümüzü...

100.yıl gazete arşivi için tıklayın


Kulübün faaliyetlerini hızlandırdığı ilk dönemde futbol gölgede kalmışsa da, 1910’ların sonundan itibaren kulüpteki atlet ve jimnastikçiler futbola daha fazla ilgi duyup, kendi aralarında maçlar yapmaya başladılar. O yıllarda gençliğin ilgisi futbola kaymak üzereydi ve Beşiktaş Kulübü’nün az ilerisinde Valideçeşme ve Basiret gibi iki güçlü futbol takımı kurulmuştu. 1911 Ağustos’unda Valideçeşme futbol takımının başkanı ve kurucusu olan Ahmet Şerafettin Bey (Şeref Bey) futbolcularıyla Beşiktaş Kulübü’ne katıldı. Beşiktaşlı gençlerin kurduğu futbol takımlarını tek bir çatı altında toplamayı amaç edinen Şeref Bey’in girişimleri sonucu, Basiret Kulübü de Beşiktaş’a katıldı. Bu şekilde Futbol Şubesi, resmi olarak Kulüp’te faaliyete başladı. 



19 Ocak 2011 Çarşamba

Beşiktaş'ta Transfer Bitmez...

Ligin devre arasında kadrosuna Fernandes, Almeida ve Simao'yu katarak güçlenen Beşiktaş, ayrıca Portekiz'den bir Kartal ve son olarak İspanya'dan kaleci antrenörü Angel Mejias'ı transfer ederek Türk futbol kamuoyunun transfer algılarını değiştirmeye devam ediyor...

18 Ocak 2011 Salı

Spontane Tribün, Abondane Kamuoyu

Galatasaray Spor Kulübü'nün uğruna senelerini çöpe atmaya göze aldığı Seyrantepe Stadı'nın açılışı bu şekilde olmayacaktı kuşkusuz. Planlama kusursuzdu; Kanadalı dansçılar, ışıklar, konserler ve o statta atılacak ilk gol. Her şey çok organizeydi. Hatta stada gelecek taraftar kimliği bile elden geçirilmişti. Ama, ama, ama....
-İşte son bir kaç gündür Türkiye'nin ana gündem maddelerinden birini belirleyen hususun altında bu amalar
saklı.
Ama 1: Tribün her zaman haklıdır!
Sen, orada sadece takımının menfaatleri için konuşlanmış, maddi ve manevi bir çok meşakkatli evrelerle boğuştuktan sonra çıkar amacıyla sıralanmış beyinlerden hiçbir şekilde standartizasyon bekleyemezsin.

Hele ki halkının özel tercihlerine bile karışmaya başlayan bir Başbakansan, oradaki gerçek taraftarların senin önünde ceketini ilikleyip sana alkış tutmalarını hiç bekleyemezsin. Tutmadıklarını da zaten bundan henüz 2 sene önce gördün:


Ama 2: Tribüne hükmetmek imkansızdır! Özellikle de Türk halkı gibi hayat koşulları malum olan ve duygu kontrolü 0'ın altında eksilerde seyreden bir millette. Aynı 180x90 metrelik yeşil sahada gelişen olaylara farklı bilinçlerle yaklaşan milyonlarca insanın olduğu bir olay futbol. Bu nedenle tek tip insan yaratmak ve uzaktan kumandayla tribünleri yönetmek imkansızdır. Kulübe hükmetmeye adım atmış bir toplulukken, şimdilerde yönetimin hükmetmeye çalıştığı Beşiktaş tribünlerinde bile bu imkansızdır. Çünkü insani vicdan bu dayatmaya karşı çıkar. İşte Galatasaray tribünün lideri ultraslan çıt çıkarmazken bütün tribünlerin vicdani sorumluluklarıyla protesto yapmaları. Satılık olan kongrelerdir, tribünlerin sadece belli kısımlarında başkanların adamları bulunur, o kadar.
Ama 3: Tribün spontandır! Yukarıdaki fotoğrafta görüldüğü gibi. Yönetim oraya bir beyaz pankart koyar, eline tutuşturuverir. Sen de daha orada ne yazıyor haberin olmadan açarsın. Eminim 2009 senesinin Gençlerbirliği maçında o tribüne böyle bi pankart açar mısınız diye sorsanız 10 bin kişiden 5 bin küsuru hayır der. Ama tribünde her şey anlık gelişir ve kayıt altına alındıktan sonra iş işten geçmiştir... Heralde televizyonculukla bu açıdan benzeştirilebilir ve daha anlaşılabilir olabilir tribünler. Canlı yayın yapan her televizyoncu diken üzerindedir değil mi? Çünkü yapılacak menfi her hareket artık yaydan çıkan bir oktur. O yüzden canlı yayın yapan kişiler çok donanımlı olmalıdırlar. Buyrun işte. Yaptığı her hareketi sorgulanan 10 bin ortalama insan. Yargılarken biraz da böyle düşünmek gerekmez mi?

Yazacak daha çok şey var ama.......

13 Ocak 2011 Perşembe

Defansif Forvet Nobre!

2011 yılının ilk maçında, eşantiyon köftelerin ağızda bıraktığı tat misali özendiriciydi Beşiktaş. Özellikle ilk yarıda. İlk yarı demişken; bu takım sezonun ilk yarısına da büyük beklentilerle girmişti. Ancak ardı ardına gelen olumsuzlukların ardından, ardı ardına alınan olumsuz sonuçlar ve ardında şahsıma yazı yazacak ilhamı bile bırakmayan kötü maçlar izletmişti. Bu maçtaki görüntü gösterdi ki bu takım adama değil yazı, şiir bile yazdırabilecek derecede ihtişam vaat ediyor... 


Bireysel performanslara baktığımızda hayal kırıklığı Quaresma dışında öne çıkan 3 isim sayabiliriz: Guti, Nobre, Hilbert.(Quaresma'nın yeni gelen arkadaşları üzerinde ''bu takımın yıldızı benim'' hissiyatı yaratmak için ekstra yaptığı bencillik hoşuma gitti. Bu çok uzun sürmez. Bu tavır onun Beşiktaş'ı ne derece benimsediğini gösterir) Guti'ye gelecek olursak; Aslında her zamanki çizgisinin çok da dışında bir şey yapmadı. Sadece mevcut yeteneklerini kullandı. Bu da skoru değiştirmeye yetti. Ancak pas virtüözü Guti penaltı noktasındayken aynı güveni hissedemiyorum malesef. Çünkü pasör iç güdüsüyle, şutör iç güdüsü çok farklı şeyler. Guti araya kaçan bir arkadaşı olduğunda gereğini yapan, yani gelişen bir olaya karşı reaksiyon gösteren bir yapıya sahip. Şut atma kararlılığı ise kendi iradenizle yapacağınız vuruşu tüm benliğinizde hissetmenizle oluşan bir yetenek. Guti net penaltılar atamıyor. Bu sebeple Simao sahadayken Guti'nin beyaz noktadan en az 9 metre 15 cm uzaklıkta durmasında fayda olacağını düşünüyorum.

Resim: Cartalete blog.
Schuster'in Nobre kullanımını ise çok doğru buluyorum. Bireysel yetenekleri çok düşük olan hatta daha ileri gidecek olursak kazma tabirini kullandığımız Brezilyalı'yı, tam da bir kazma gibi kullanıyor Schuster. Onun etinden ve sütünden, yani mücadele gücünden faydalanıyor. İnce işlere pek karışmasın diye de kaleden uzak tutuyor. Bugün onu maçın adamlığı kategorisine sokan sebep ise; kendisinden çok fazla beklenmeyen ince işlere de karışması oldu. Üretkendi, istekliydi... Alman hoca Nobre'yi Konyaspor maçında da benzer bir şekilde oynatmıştı. Quaresma'nın en uçta oynadığı, sağda Tabata, solda Holosko'nun bulunduğu size olarak zayıf bir hücum hattında, bu üçlünün bir adım gerisinde bir kazık görevi görmüştü Nobre. Havadan gelen topları bu arkadaşlarına servis eden, bu üçlünün kırılganlığını minimize eden bir yapıda... Bugün de Ernst ve müstakbel ön liberomuz Fernandez'in yokluğunda, kırılgan ve zayıf orta saha-hücum hattında direnci yükseltmek adına yine sahadaydı. Bu ikili döndüğünde Nobre'ye kulübe gözükür. Ancak GOLLERİN YAĞMUR GİBİ GELSİN BEŞİKTAŞ mottosuyla çıkılan, içerideki zayıf Anadolu takımlarıyla oynanacak maçlarda çok ekmek çıkar Nobre'ye.


 Hilbert'in durumuna gelince, Simao'nun yardımseverliği onun bugün daha çok gözükmesine neden oldu. Çünkü sürekli yaptığı koşular boşa harcanmış metrelere dönüşmüyordu Simao sayesinde. Quaresma onu ilk yarıda iyi besleyemedi. Ne zaman Simao sağa geçti, Hilbert coştu, Hilbert azdı, Hilbert ..neyse. Ona da yazık olacak. Boyuna 90 metre dripling yapan Hilbert yerine, kendi etrafında 360 derece dönüş yapan Ekrem gelecek büyük ihtimalle oraya. Olsun, Hilbert temiz insan, trip atmaz, gider yapmaz. Görev verilirse girer aslanlar gibi topunu oynar. Simao demişken; çok iyi paslar attı. Oynamaktan çok oynatmayı düşündü. Uyum sorunu yaşamayacak gibi göründü... Almeida ise insan azmanı görüntüsüyle çok can yakacağının sinyalini verdi. Uzun lafın kısası: bundan sonra hayat Beşiktaşlı'ya güzel. Yaşatacağınız tüm güzellikler için şimdiden teşekkür ediyorum. Hoş geldiniz, iyi ki geldiniz...

7 Ocak 2011 Cuma

Yetiş Ya Muhammed!


Yaklaşık 5 senelik süreçte, her kabus gibi geçen sezonun ardından sürekli kulaklarını çınlattık... Sergen'den sonra gerçek bir 10 numara izleyebilmenin hayaliyle yanıp tutuşuyorduk. YETİŞ ya Muhammed! diye yakarışlarımız oldu bazıları... Şimdi ise Guti'nin, Simao'nun, Quaresma'nın yanında yetiş ya Muhammed diyoruz... Neredeeen nereye...

5 Ocak 2011 Çarşamba

Orantısız Sevgi

Nihat'ı askere uğurlamaca

Bizi sen delirttin olm!
Afferim len kerata iyi iş başardın makası. (Q7'nin sağındaki dayı pilota bağlamış)


Resim yazısı bulunamıyor.
Nerden geldim İstanbul'a...:)

Teşekkürler Adnan Polat

Double Kazım transferiyle futbol kamuoyunun Beşiktaş'a olan aşırı ilgisi bir anda Galatasaray'a yönelmiş olacak. Tam da ihtiyacımız olan buydu aslında. Çünkü poh pohlanmak, manşetleri süslemek hiç de yaramıyordu Beşiktaş'a. Bunu ilk yarıda gördük. Bizimkileri Antalya'da nadasa bırakmışken bu Sarı-Kırmızı afet haberlerini okumanın keyfinden bahsetmiyorum bile...


3 Ocak 2011 Pazartesi

3 Değil 5 Transfer

Yıllardır her türlü yıldız muhabbetinden armadaki tek yıldıza yönelerek kaçan biz Beşiktaşlılar, artık ortamlarda gerinerek sohbete girmenin keyfini yaşıyoruz. Sene başında 2'ydi sayıları şimdi 5 oldu. Galaksi mübarek. Ancak bugünün Beşiktaş hanesine yazılan transfer sayısı 3'le sınırlı değil. A takımla ilk antrenmanına çıktığı gün; Guti, Quaresma, Simao, Almeida, Ernst gibi futbolculara abi diyecek olan Muhammet Demirci ile NTV Spor'da her türlü kinini Siyah-Beyaz'a püskürten Sergen Yalçın'ın TRT'ye transferiyle reytinginin düşecek olması, Beşiktaş adına günün diğer kazanımlarıdır hiç şüphesiz...

İdmanda A2'den Furkan, Oğuz, Doğukan ve Mertcan da yer almış.