28 Şubat 2010 Pazar

Bi susun lan!

Geçen haftaki Bursa ve bu hafta Belediye maçlarında ligtv Fenerbahçe maçlarına ayrı muammele yapmaya başladı. Nereden esti bilinmez, görülmemiş bir biçimde Fener maçlarına çift spiker atıyor yayıncı kuruluş. Ancak hem geçen haftaki Galatasaray derbisinde, hem de bu haftaki Kayserispor karşılaşmasında Beşiktaş'ın maçlarını tek spikerle geçirdiler. Hemde en gıcık sesli spikerleriyle. Ayrıca bundan 4-5 sene önce Rıdvan'ın gol olur!- taç olur!- yağmur yağar! gibisinden kehanetlerinin tutmamaya başlamasıyla son bulan yorumlu maç anlatma sistemi de geri geldi. Güney Amerika kıtası spikerleri gibi maç boyu bir dakika susmadan başımızın etini yiyen 2 spiker, maç boyu konuşuyor ve ota boka yorum yapıyorlar. Hatta öyle abartıyorlar ki daha 30. saniyede maça Fener başlamışken, ''Belediyespor oyunu kendi alanında kabul etti'' gibisinden saçma bir yoruma girişebiliyorlar. İnsanları geri zekalıkla itham etmekle eş değerde olan bu anlatım şeklini ben hiç beğenmedim. Gerçi hitap ettiği kesimin zeka seviyesini düşününce uygulamanın gerekliliği anlaşılıyor ancak yine de yersiz. Demem odur ki Erman'ı göndererek neznimde sempatimi kazanan ligtv, bu uygulamayla yeniden tarafsızlık adına eksi hanesine bir çizik attırdı...

27 Şubat 2010 Cumartesi

Defansif (Kollektif) futbol!

Mustafa Denizli sahaya 8 defans 2 hücum oyuncusuyla çıkınca, kötü düşünceler zaptetti bünyeyi ister istemez. Gol umutlarımız formsuz Bobo ile isteksiz Tello olduğunu hesaba katınca, 2 kere ikiyi 4 ettiremedik bir türlü. Zira takımın reaksiyonu hakkında en ufak belirti belirmiyordu zihinlerde, iki haftalık performanslar arasında gece ile gün kadar farklar olması sebebiyle. Mustafa hoca yine tavşanlarını sürdü sahaya, tavşanlar çekirgeye dönüştü sonra Mancester ve Trabzon'dan sonra yeniden sıçradı bu defansif kadro...Mustafa hoca maç sonu kollektif futbol oynadıklarını ve defansif oyuncularının çokluğunun sorun teşkil etmediğini çıtlattı. Total futbol oynatıyormuş yani. Ama total futbolun Avrupadaki karşılığı ağırlıklı hücum oyuncularının defansa katkıda bulunmalarıdır. Yani en az iki kanat oyuncusu, ve en az iki forvetin yanı sıra, hücuma da çıkan bizdeki değimiyle ön liberoların top rakipteyken topun arkalarına geçmesiyle uygulanır total futbol. İşte başarıyı getiren sistemde budur ve zaten Beşiktaş'ın Şampiyonlar Ligi'ne erken havlu atmasına neden olan vaziyetin açıklamasıdır bu durum. Şimdi bu durumda Denizli'ye kızmamak lazım aslında suç yönetimindir. Elde bulunan kreatif adamların Tabata, Tello ve Yusuf olduğunu düşünürsek bu defansif oyuncuları ileride etkinleştirmeye çalışma arzusu, 8 defans oyuncusuyla arkayı düşünmeden güldür güldür ataklara çıkmak, bir Mustafa Denizli dehalığı olarak da değerlendirilebilir. Ama bu sistemin Beşiktaş'ı şampiyonluğa taşımayacağı da aşikardır. Çünkü tıpkı Galatasaray maçındaki gibi en uç noktada bu kazma oyuncular topla buluşunca top ağlarla buluşmakta sıkıntı çekiyor. İşin totaline bakmak gerekirse bu Beşiktaş gelecek haftalarda mücadelesiyle biz taraftarlara bolcana heyecan, ancak tarafsız futbol izleyenlerine bol bol bunalım-hezeyan verecektir. Sıkılacaklar için Bknz: Ntvspor-Spormax...

20 Şubat 2010 Cumartesi

8-0'ı unutma!

Mutlu Günler Değerli Seray Severler....


1992-93 sezonunda mutlu sona ulaşacak takım bugün oynanacak iki maçın ardından belli oluyor...
Son haftaya 63 puanla giren Beşiktaş ve G.Saray`dan biri,bu akşam sezonu şampiyon olarak tamamlayacak...
Karakartallar Dolmabahçe`de G.Birliğini konuk ederken,Sarı-Kırmızılıar ise,Ankara 19 Mayıs Stadında,anlı şanlı Ankara Öcüne,
düzeltiyorum Ankaragücü`ne konuk olacak...

İki Takımda şampiyonluk hesapları yapıyor,başka bir deyişle Karakartallar "saf saf" diğer maçtan gelecek skoru bekliyor...
Beşiktaş bugün bu stadda G.Birliği`ni Handeyener...
Rakibi Galatasaray`ın Ankaraya gönderdiği çoraplar ayağına olmaz ise...
Kaleci Zalat bi cavatlık yapmaz,
Elvan Abeyle-GeSe 10 bin metreyi sakatlanmadan koşar ise...
Birde,Sinan Şamil Sam,Kübalı rakibini Almanya`da nakavt ile devirirse 92-93 sezonunun şampiyonu Beşiktaş olacak...

***
Televizyon aynı saatte başlayan iki maçı dönüşümlü veriyor...
Ben Radyodan dinliyorum TRT nin o meşhur dönüşümlü yayınını


İnönü stadyumunda ve Ankara`da maç aynı saatde başlıyor...
Beşiktaş başlama vuruşunu yapmak üzere...
-MİKROFONLARIMIZ ANKARADA
-GOOOOOOLLLL..vs vs vs
MİKROFANLARIMIZ İSTANBULDA
Beşiktaş başlama vuruşunu yapıyor...
-MİKROFONLARIMIZ TEKRAR ANKARADA
-GOOOOOOLLL..vs vs vs
Beşiktaş kendi yarı sahasında hazırlık pasları yapıyor
-MİKROFONLARIMIZ BİRKEZ DAHA ANKARADA
-GOOOOOOLLLL..vs vs vs
Beşiktaş şimdi kendi sahasından çıkıyor
-MİKROFONLARIMIZ TEKRAR ANKARA`DA
-GOOOOOOLLL..vs vs vs


Ankara`daki mikrofon değil,"Pele" mübarek...
Yaklaşık birbuçuk saat böyle geçiyor...
Bir çoğumuz ise Ankara`daki Mikrofonla İstanbuldaki Mikrofon arasındaki 8 farkı bulmaya çalışıyoruz...
Anlıyoruz ki Ankara`da bi Gütshow luk oluyor..

***

Sonra Şiirlere Şarkılara vuruyoruz bir süre...

Bırak beni boğulayım gözlerinin tam içinde
Dibe vurup dağılayım,İhtimaller denizinde...
Bana bir masal anlat Süleyman Baba;içinde Şerefli İkincilikler olsun...

Ardından Şampiyonluk hasreti ile çok çile çekilen yıllar başlıyor.
Bu hasretlik öyle uzun sürüyor ki,adam gibi hassretleri özlüyoruz sonra...
Birileri Fenerbaaze taraftarı oluyor,birileri Gaaaasaray...
Geri kalanlarsa Kontur-Gerilla....
Beynimize usul usul karbonmonoksit yağıyor
Ve biz hala senin şampiyon olabilme ihtimalini seviyoruz
Otobüsle gidilen deplasmanlarda kıçımızda patlayan polis "jop" larını da sayarak...


Şiirlerle Şarkılarla avunuyoruz.
Besteliyor,Söylüyoruz
Ve her G.Saray maçı yaklaştığında
O Şarkıyı mırıldanıyoruz.
Unutmadık Unutmuyoruz.


Şimdi Mikrofonlarımız İstanbul`da....

Erdem ULUS.

Bir Galatasaray maçıdır beni Beşiktaşlı yapan...

Gönül isterdi ki şöyle 1980'li 90 yıllara ait Süleyman Seba Başkanlı, Metin-Ali-Feyyaz triolu bir Beşiktaş mazimiz olsun, ancak yaş itibariyle yeni jenerasyon sayılmamız sebebiyle Beko'nun son yıllarına, Sergen'in 30'lu yaşlarına, Seba'nın istifasına yetişebildik malesef. Buna rağmen yine de geç kalmış sayılmam diye düşünüyorum, gördükleri ilk başkan Yıldırım Demirören olacak şimdiki bebeleri düşündükçe... Galatasaray maçlarının ayrı bir yeri vardır bende. Henüz okula bile başlamamışken, derbilerin kanlı bıçaklı geçtiği yıllarda, Breavheart'ı yeni izlediğim bir dönemde Polis kordonuyla Ali Sami Yen deplasmanına gittiğimden midir bilinmez (7 yaşımdaydım galiba 99 senesi aşağıda resmi olan maç)Galatasaray, galibiyetinden daha keyif alınır bir rakip gibi gelir genellikle. Henüz zincirlemeli isim tamlamaları yapamadığım bir yaşta abim kolumdan tutup Mecidiyeköy'e maça sürüklemişti beni(ulan ondaki de ne cesaret). İçimde çakma formam, boynumda 'forzabeşiktaş' atkım ve montumla Beşiktaş'a ayak basmıştım ilk kez. Abilerimin neden tezahürat yaparken yumruklarını havaya kaldırdıklarını anlamlandırmaya çalışırken, kendimi yorucu bir yolculuğun ardından Fulya'da bulmuştum. Derbi öncesi futbolculardan galibiyet sözü alacaktık. Boğazlarımızı yırtarcasına topçulara sesimizi duyurmaya çalışıyorduk(orada bulunan en tiz sesli benimdir heralde). Kimsenin çıkmaya niyeti yoktu ve bizimde takatimiz kalmamıştı. Tam Fulya'dan Mecidiyeköye doğru topuklayacakken birden Siyah bir adam belirdi camdan. El işaretleriyle 'S.kicez cimbomu' diyen o adam pazar günleri şov tvdeki maratonda izlediğim Pascal Nouma'ydı. İlk kez bir futbolcuya bu denli yakın olmuştum ve şanstır ki o adam da Nouma olmuştu. Pascal'dan icabet alındıktan sonra yokuşları aşmaya devam ettik. Geçtiğimiz ara sokaklarda binaların en üst katlarından bol bol Gs bayrakları sallandırıyorlardı Gassaraylılar. Tabi bizimkiler de bol bol taş atıyorlardı güçlerinin yettiğince... Sonra bilet kargaşası, polis kovalamacası derken kendimizi Galatasaray tribününde bulduk abimle beraber. Yeni açık alt kattaydık ve Allah'tan orda sadece polisler duruyordu. Montumun fermuarını boğazıma kadar çekmiş, onunla da yetinmeyip dişimle fermuarı tutuyordum. forzabeşiktaş atkımı da sol cebime koymuştum ancak beyaz püskül dışarı sarkıyordu. Maç bi an önce bitse de bu azaptan kurtulsam diye dua ediyordum, abimse soğuk kanlılığını hiç bozmuyordu. Hatırımda sadece o gün attığı golle kalan Serkan Aykut ve Jardel'in golüne Pascal'ın tekmeleriyle karşılık verebilmiştik. Pascal sözünü tutmuştu 'Fatihin anasını s.kmişti!' ama zaten gergin olan ortamı biraz daha germişti. Beşiktaş tribünündeki koltuklar sahaya, gs tribünündeki meşaleler pet şişeler Beşiktaşlılara yağıyordu artık. Staddan çıkmamız gerektiğini anlamıştık ve 85. dakikada stadı terkettik. Koşa koşa meydandan topkapı otobüsüne binip kaçtık. Kendimiz eve attıktan sonra ilk iş olarak tv yi açtık. Yarım saat önce geçtiğimiz yerlerdeki dükkanların camları buzparça olmuş, döner bıçaklarıyla yapılan kavgada onlarca taraftar yaralanmıştı...


14 Şubat 2010 Pazar

İçimizdeki Antepliler

Tabata, İsmail,Üzülmez, Toraman ve Ekrem gibi 5 tane Antepspor orjinli oyuncuyla sahadaydı takım. Allahtan baklavalı formayla sahaya çıkılmadı da, ekranda Beşiktaş namına Siyah-Beyaz birşeyler görebildik. Tabi ki şeklen. Siyahla Beyaz arasındaki kontrast kadar fark vardı geçen haftaki takımla bu haftaki arasında. Bu güne kadar hep mücadele eden, çabalayan ancak yeteneksizliğinden ötürü gol yollarında etkin olamayan bir takım izlemiştik. Ancak dünkü, birbirinden çok kopuk ve organizasyon adına en ufak belirtinin olmadığı silik bir takımdı.


Ulan kelin ilacı olsa başına sürer. Bu Gaziantep'te ne cevher görmüş ki başımızdaki büyüklerimiz(!) bu kadar kaynak yatırmışlar bu takıma. Antep'in madem bu kadar başarılı organizasyonu var, neredeler peki yıllardır. Bir Sivas kadar ilerleyemediler ligde. Sen kadronda 5 tane Antepli bulunduracaksın sonra A2 liginde takımın micadele edecek. 5 yılda bir tane paftan oyuncu çıkmazken, takımda 5 tane birden Antepli oyuncu ekmek yiyor. Kişisel olarak ithamlarda bulunmuyorum Toraman'ından Üzülmez'ine hepsi sevdiğim oyuncular ancak kadronda bir takımdan 5 tane oyuncu bulunuyorsa( ve o alt sıra takımı sen büyük takımsan) bu işte bir sorun vardır arkadaş. Boşuna beslemesinler A2'deki gençleri. Yada o kadar parayı Antepin takımına değil de mutfağına yatırsaydınız, baklava-kebapla besleseydiniz alt yapıyı daha verim alırdık şerefsizim.

Neyse çok sinir yaptım biraz dindi şimdilik. Taktik-teknik yazayım biraz da yumuşasın ortam... Avrupanın orta düzey takımlarının bile hücum hattına baktığımızda, bu bölgedeki oyuncularda aranan birinci öncelik 'Güç'tür. Rakibi ısıran, topu ayağına aldımı takımı rahatlatacak kadar ayağında tutabilen bu tip oyunculardan kuruludur Avrupa takımları. Ancak Beşiktaş'ın hücum hattına baktığımızda Bobo, Tabata, Tello, Nihat gibi kırılgan ve kaçak topçular gözlemliyoruz. Bu futbolcuların fizik kalitesizliğinden meydana gelen istikrarsızlıkları da işte bu tip zor deplasmanlarda sıkıntı yaratıyor. Bu kalitedeki tek oyuncumuz Holosko, ancak onun da yaratıcılık konusunda eksiklikleri var...

Şu kesinleşti ki, artık bu sene beklentilerimizin üstünü örtmemiz gerekiyor. Bu takım bize arefeyi gösterecek bayramı yaşatmayacak belli. Zira bu isteksizlikle asla şampiyonluktan bahsedemeyiz. Sahada coşkulu futbol oynayan oyuncumuz yok. Oyun sıkışınca sazı eline alacak bie otuncu gösteremeyiz. Sıkışıklığı çözmeleri için bel bağladığımız adamlara bakınca ise biraz daha efkarlanıyorum... Geçen hafta yüzümüzü okşayan hafif bir esintiden ibaretmiş. Umutlanmamak gerekirmiş bir iki güzel sonuçla. Ancak her ne olursa olsun Galatasaray maçı ayrı bir atmosferde geçeceğinden derbiden umudu kesmiyorum. İnönü'de cimbomu yenebiliriz ama yine sonrasında yine bir anadolu takımına kaybedip bi çuval inciri berbat edebiliriz. O yüzden bu sene Beşiktaş'ı uzun vaadeli etüd etmeye kalkmayın. İncirlerinize yazık olmasın.

8 Şubat 2010 Pazartesi

fifa - En heyecanlı lig anketi


Fifa resmi sitesinden ''Bu sene en çekişmeli geçecek lig'' anketi düzenliyor. İngiltere'nin ardından 2. sıradayız. Zirve zor gibi gözüküyor ama bi kurcalayıverelim bakalım.
fifa.com

Bahar geliyor diye mi böyle oluyorum... Yoksa böyle olduğumda mı gelir bahar ?

Şöyle bir geriye dönüp baktığımızda, çok değil daha 2 ay önce falan. ''Kongre entrikaları ile sarsılan camia, Delgado sorunu, takımdan kesilen umut, Tabata tartışmaları'' gibilerinden bir çok çıkmaz ve söylentiler çemberinin içindeydi Beşiktaş. Öyle ya rakipler ardı ardına transfer yapıyordu, Siyah-Beyaz ilerisi için umut vermiyordu. Ayrıca yönetimle büyük bir kavgamız vardı ve kapıyı vurup çıkmıştık. Geride cam-çerçeve bırakmamacasına... Yıkık-dökük bir harabeden farkı yoktu camianın, can kırıkları yolun ortasına dağılmıştı. Konu komşuya rezil olurcasına...

Türkiye ekonomisi gibi iki ay sonra tamamen değişen vaziyet, hepimizi bir iç sorgulamaya itmiş durumda. Zira battı sanılan güneş bu haftadan sonra yeniden belirmeye başladı ufuklardan. En son yazımda gaz sıkışması diye bahsetmiştim. Şimdi tüpten sızan gaz her yeri doldurmuş durumda. Ve bir kıvılcım ortalığı yangın yerine çevirebilir. O yüzden Gençlerbirliği maçında çok dikkatli davranıldı. Ancak protestonun da dozu çok düşük kaldı.

Onca tantanaya rağmen, ''Bi daha eskisi gibi olmaz'' diyenlerin çoğunlukta olduğu bir ortamda, bu sefer ilk kez takım elini uzattı taraftara. Bu güne kadar hep kötü giden takımının yanıda olan bizlere, ''Durumun farkındayız ve buzları eritmek için var gücümüzle savaşacağız'' dercesine. Cuma günkü; baharın geldiğini simgeleyen, perdelerin arasından sızılan ilk ışık gibiydi ve kalbimizin en orta yerini sarıverdi hemencecik. Çünkü umutsuz yaşanmazdı, Beşiktaş'sız ASLA. Topçulardan uzanan bu ele icabetsizlik yakışmaz şanlı taraftara. Tıpkı geçen sene oldupu gibi yine arkalarında olacağız ve engelleri hep birlikte aşacağız. Alışık olduğumuz bu senaryonun en iyi yönetmeni olarak zafer yine bizim olacak.

Anınla şanınla sen yürü arkanda taraftarın gücü..
Son söz:Anne Babaya küsülür, Beşiktaş'a küsülmez!