7 Temmuz 2010 Çarşamba

Hakeden...

Aslında maç öncesi 'Final kimin hakkı?' diye sorulduğunda, 3 sonucun da çok kabul edilebilir olduğunu söyleyebilirdik. Ama topun santraya düşmesiyle birlikte diğer iki ihtimal siliniverdi ve her yol İspanya'ya çıktı...


Her ne kadar İspanya'nın tarihinde ilk kez finale çıkması büyük bir ayıp gibi gözükse de, bu jenerasyon 2 turnuva daha bereketli hasat verecek olması yakın zamanda Boğalar adına bu ayıbın kapanacağını gösteriyor. Barcelona menşeli milli takımın oyuncuları, Şampiyonlar Ligi'nde yaptıkları hatayı burada tekrarlamayarak, ülke futboluna bir nevi borçlarını ödemiş oldular...

İspanya'nın oyun anlayışına baktığımızda, orta sahasında tipik bir kanat oyuncusu barındırmadan sahaya dizildiklerini söyleyebiliriz(Pedro'nun sürekli 11'de olmadığını düşünürsek). 2 savunmacı Xabi Alonso ve Busquets'in önünde oyun kurucu Xavi ile bu oyuncularının yakınında İniesta. Bu sistemde öne çıkan unsur takımın sağ ve sol bekleri oluyor... Pas oyununu dünyada en iyi uygulayan takım olan Boğalar topu sindire sindire 3. bölgeye taşıyınca, iki hücumcu bek çok daha fazla ileri çıkma şansı yakalıyorlar. Bu maçta da sağdan S.Ramos, soldan Capdevilla İspanya'nın kanat organizasyonlarını layıkıyla yerine getirdiler ve hücumda büyük canlılık yarattılar,

-Bunun aksine Almanya takımı stoper özellikli Boateng ile başladı. Belki de Podolski'nini kanadında bunu yapmak daha mantıklıydı ancak iki oyuncunun uyumsuzluğundan büyük bir boşluk doğdu ve İspanyollar o kanadı adeta sömürdü. Löw'ün Jansen hamlesi doğruydu ancak bunu maçın başında etüd edememesi bir hata olarak sayılabilir.


Bütün dünyanın performansını merakla beklediği gururumuz-aslanımız Mesut Özil de adeta yokları oynadı. Maçın büyüklüğünden midir bilinmez, adeta sorumluluktan kaçtı ve korkak oynadı. Tüm özverisiyle yıldızlaşan Şivanştayger'in takımı sahiplenmesine baktığımızda, Mesut'un şişirilmiş piliç gibi durduğunu gördük. Farkını sahaya yansıtamadı, bundan çok daha önemlisi sorumluluk alacak cesareti gösteremedi. Bu da aklıma Roberto Bagio'nun 94 dünya kupası finalinde kaçırdığı penaltı sonrasında söylediği, ''Penaltıları yalnızca onları kullanma cesaretini gösterebilenler kaçırırı''sözündeki cesaret vurgusunu getirdi. Teşbihte hata olmaz demişler. Ben, Mesat'ta o dünya yıldızı hamurunu göremedim. Daha çok, kanatlarda saklanarak takıma ekstra katkı yapan yetenekli oyuncu şeklinde oynuyor. Umarım ilerleyen yıllarda yaşıyla birlikte mental anlamda da gelişir ve bu tip büyük maçlarda sorumluluk alabilecek olgunluğa erişir.

...Futbolun matematiğinden çok magazini de bir hayli konuşulmuştu maç öncesi. Ahtapot Paul yine yanılmadı, Löw'ün mavi trikosu da kirlilik sepetine atıldı. (Ömer Üründül'ün finali doğru tahmin etmesi -Müthiş.)


Şimdi gözler Johannesburg'a çevrildi. Pazar günü takımlar sahaya çıkarken standda Jabulani değil, uğruna 32 takımın ter döktüğü 5 kilogramlık altın kupa bulunacak. Zat'ımı tatmin edemeyen bu organizasyonda mümkünse bol atraksiyonlu, daha da ötesi tirajik-dramatik, olmadı egzantrik bir final olsun da, bundan bi 50 sene sonra torunlarımıza anlataileceğimiz bilgi birikimimiz olsun. Hakedenin kazanması dileğimle...

Hiç yorum yok: