21 Nisan 2010 Çarşamba

Ukte

Son üç-dört sezondur çabuk öğütülen derbilerin aksine bu kez ardından konuşulacak bolcana malzeme bırakan ve kişilerin değer yargılarına göre değişkenlik gösteren bir derbiyi geride bıraktık. Her ortamda konuşulan, konuşuldukça basite indirgenen, Torresten örnekle masumlaştırılmaya çalışılan. Ben de bu fırsatla uzun zaman sonra bloga uğrayayım dedim...

Güneşli bir günün şafağında gözlerimi açtığımda, birazdan kalkacağım yatağıma tarihe tanıklık etmiş bir şekilde döneceğimi düşünerek uyandım. Bir an önce yola koyulma heyecanından kahvaltı yapma arzumu bile bastırmıştım. Masum bir şekilde kadıköyden galip geleceğimizi dillendiriyordum, kaderi haftalar önceden belirlenmiş bir gölge oyununa gittiğimden habersiz...

Kanser hücresi olarak girdi bu maç biz Beşiktaşlılarının bedenine. 18 Nisan hangi mecliste hatırlanırsa hatırlansın bir ukte, bir hayal kırıklığı olarak anılacaktır bundan sonra. Dumanı henüz üzerinde tüttüğü bu dönemde sinirden dişlerimizde yarattığı titremeyi, belli bir zaman sonra bu uktenin yaratacağı sızıyla yüreğimizde hissedeceğiz ... Hani gözünün önünde eriyen seveninin ameliyat masasından kalkamayacağını bilirsin, ancak yine de ölümünü kabul edemezsin ya, bizimkisi de öyle bir reddedişti o geceki. Son düdük çaldığında tüm yıkımıyla oturdu mideye. Henüz olan bitenin farkına varamazken gözlerden iki damla süzülen yaş gibi günahsız, en az 4-3'lük maç kadar nesilden nesile aktarılası. Eğer yarın öbür gün çocuğun, ''Baba bu fenerden neden bu kadar nefret ediyorsun?'' diye sorarsa kanıt teşgil edebilecek bir maç işte!

Fenerlilerin büyük çoğunluğunun bu maçtan ötürü bir utanç duygusuna bürünmemeleri de beni ayrıca sevindirmiştir. Kendi kendime yanıtlayamadığım bazı soruların cevabı, aramızda adı konulamamış farkın tanımlanmasına yardımcı olmuşlardır. Utanmayı bırakın maç sonu yaptıkları toşak muhabbeti beni güldürüken sinirlendirmiştir. Olaya empatiyle yaklaşırsanız size el kol yapan adamların ilk yarıdaki maçta bir forma değişimiyle siz olduğunuzu göreceksiniz ancak, 90 dakika boyunca her hangi bir atraksiyon yapmamış bir adamın maç sonu dönüp bana el kol yapması da son derece adaletsizce gelmişti bana. ZZira biz sahaya nefesimizden üfleyip, ruhumuzu futbolcuların her damla terine karıştırıken, bu insanların hiç bir gayrette bulunmadan, sadece futbolcularının kazandığı galibiyet sonrasında 5 dakikalık keyiflerine meze olmak fena derecede koyuyordu bana. Bu sebepten hayatımda yapmam dememe rağmen cebimde bulunan bozukluk 5 lirayı gözümü kırpmadan saydırdım ibnelerin üstüne. Hele o bıyklı yok mu?! Senin ben... Sabırlı bir kişileğe sahip şahsım bile zıvanadan çıktığına göre bu fenerin ne kadar nefret edilesi bir camia olduğu çıkarımını rahatlıkla yapabilirsiniz. Bahadır'ı anlatmıyorum bile. En sevdiği film yeşil sokak holiganları olan bir adamın deplasman performansı konusunda benim birşey söylememe gerek yok heralde...

-----------------------------------------------------------------------

*Futbol modern zamanların savaşıysa, fenerbahçe bu dönemin pentagonudur. Maçın başlamasına günler kala rakibe uyguladığı soğuk savaş yöntemleri, maça gelecek rakip taraftarlara uyguladığı sindirme politikası, lobilerdeki mutlak hakimiyeti ile sahaya dışarıdan etki edebilen yönetimleri, 45 bin kişilik stadıyla oluşturdukları arena havasıyla hakemi etki altına alan 'Seyircileri'... Politik, stratejik veya soğuk. Ne kadar savaş varsa galibiyet yolunda uygulamaktan kaçınamayan bir camia fenerbahçe. Başlarındaki diktatör aziz yıldırımın komutan edası da cabası...

Beşiktaş'ın hamuruysa 2 ekmek 1 süte tamah edebilecek mütevazi ve mazbut bir mayayla yoğurulmuştur. Mahallenin, gücünü parasından alan çocuğuna bir türlü kanı ısınamayan memur ailenin çocuğudur Beşiktaş. Gururun ön plana çıktığı Türk filmlerinin SİYAH-BEYAZ olma sebebidir. Grisi yoktur. Sanatçısı delikanlıdır, sporcusu Ahlaklı. Bu sebeple her daim haksızlığa uğramaya mahkumdur. Ancak ben Beşiktaş'ımın bu haline vurgunum. Başın öne eğilmesin aldırma kartal aldırma tezahüratını söylerken tüylerimde oluşan ürpertinin müptelasıyım. Mazoşistçe belki ama belki de bu tribünlerin bu denli aykırı olmasının altında da bu durum yatıyor. Siyah olmak. Acısıyla yoğrulmuş hayatında günlük durumlara göre tavrını değiştirmeyen bir kesinlik... Beşiktaşlılığı iliklerime kadar hissettiren fenerbahçeye sonsuz teşekkürler. Ayrıca Zeki Demirkubuz'la aynı kadrajdan izlenilen bir maçın keyfi de bambaşka...

Bu saatten sonra ar damarı çatlamış insanlardan vicdan muhasebesi beklemek son derece hayalci olur. Mehmet topuza forma giydirmiş başkandan bilicayı göndermesini beklemek de. Biz bugünlerde omuz omuza durarak 'kazıyalım' sevdamızı toprağa. Hasat zamanı geldiğinde gülümsemek üzere...

Hiç yorum yok: