25 Mayıs 2010 Salı

Bi terslik var ama?

Yönetim Fink'e takımdan ayrılması yönünde tebligat göndermiş...

23 Mayıs 2010 Pazar

Bizim Milli Takım!

Dün akşam izlediğim, hiç bir kişisel ihtirası olmayan ve tamamen ortak amaç doğrultusunda bir araya gelmiş samimi bir topluluktu. Özellikle Nike'ın süpersonik formalarıyla cakası tavan yapan Milli Takım, Fatih Terimsiz ilk maçında tüm memleketin gönlünü kazanmıştır tahminim...

Dün gece fazladan olan birşey yoktu aslında. Ancak olmayan bir şey vardı ve özellikle galatasaraylı olmayan büyük çoğunluğun yeniden Milli Takım olgusunu hissetmeye başlatacak bir eksiklikti bu! Kulübede belli bir zümreye hitap eden, 'Ben yaptım oldu'cu Fatih Terim yerine, tamamen işe profesyonel yaklaşan, hiç bir renge iltimas geçmeyecek Hiddink'in oluşu bile başlı başına bir motivasyon kaynağıydı. fenerbahçe'yi çalıştırsa, galatasaraylıların da nefret edeceğinden emin olduğum megolaman Terim'in olmadığı bir milli takım beni ilerisi için fazlasıyla heyecanlandırdı. En önemlisi 2002'den sonra ilk kez Milli Takıma bu kadar sempati besleyebildim. Dün yine kadroda galatasaraylı sayısı fazlaydı ancak en azından bir Toraman, bir Necip, bir İsmail gibi hakettiği için oraya gidebilmiş Beşiktaşlılar vardı... Göze hoş gelen pas futbolunu oynayan bizim milli takım, çok güzel sinyaller verdi ilerisi için. Gönül isterdi ki 3 hafta sonra bu takımı Ohannesburg'da izleyelim...

20 Mayıs 2010 Perşembe

Volkan Şen'in Zor Seçimi...


V.S


Volkan Şen'in Beşiktaş'ta oynamak istediğiyle ilgili ardı ardına açıklamalar geliyor. Şampiyonlar Ligi ile parlak bir kariyere adım atabileceği bir durumda, Avrupa Ligi 3. ön elemesinden başlayacak Beşiktaş'a gelmesi için bundan başka bir neden aklıma gelmedi benim. Beşiktaş yönetimi İstanbul'un gözde gece kulüplerinin tanıtıldığı bir katalogla bu transferde büyük aşama kaydedebilir bence. Bu yıl transferde iş bitirecek en önemli iki faktörümüz Yıldırım Demirören ve Serdar Adalı değil, Sortie ve Reina olacak gibi gözüküyor.

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Akıl tutulması

Ezeli rakibimizin pek sevgili başkanı aziz yıldırımın açıklamasında iki saniye arayla yaptığı tezat söylemler, kendisinin bulunduğu ruh halini gün gibi göstermiştir. Hafta boyunca Faruk Çelik ve Ankaragücü cephesinin iddialarına misilleme yapıp, adeta ligi aklama çalışmalarına soyunan fenerbahçe yönetimi, İvesa ve Serkan Kırıntılı'nın neredeyse avukatlığına soyunurken, kendi değimleriyle "ekmeklerini yediği" dürüst insan Rüştü aleyhine yaptıkları karalama kampanyası arasındaki tezatlık bu insanların akıl sağlıkları hakkında endişe verici önemli örneklerdir.
Kendilerine acil şifalar diliyorum

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Ağları Ören Adam

30.05.2009
16.05.2010

Geçen senenin finalinde attığı golle bizi sokaklara döken, şimdi de bir anlamda 30. haftanın öcünü alarak kanaryaları üzüntüden kahreden gollerin altında onun imzası vardı. Eğer kaderse herşeyin belirleyicisi, Toraman bu hakkaniyetin ete kemiğe bürünmüş temsilciliğini yapıyor iki senedir... Gollerde hiç bir art niyetinin olmadığından şüphem yok. Sadece, her türlü bedeli ödeyipte Beşiktaş'a kaptan olmuş bir adamın, her ne şekilde olursa olsun 2 senedir yüzümüzü güldürmesi acayip mutlu ediyor beni. Omurgasızlıklarıyla belli bir noktaya kadar gelebilen ezeli rakibimizin, yaşarken günahlarının hafiflemesine neden olabilecek derecede işkence ve eziyet çekmelerine imzanı atıp, intikam yemeğini sıcağı sıcağına servis etmen tek kelimeyle tarif edilebilir: İLAHİ ADALET!

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Bir musibet...

Hayal kırıklıklarıyla geçen 2009-2010 sezonunun son perdesine geldik. Senenin başındaki Mayıs hayallerimizin kilometrelerce uzağından yazacağım bir 'Sezon değerlendirmesi'nin burukluğunu yaşıyorum. Kulüpleşme adına yine eksilerde seyreden, futbol anlamında keyiflendirmeyen, tatsız-tuzsuz bir sezonun ardından...
Beşiktaş semti hala ışıl ışıldı sezonun startı verildiğinde. Bir aşama katetmek ve üzerine koymak için iyi bir iskelet kadronun geride bırakıldığı çifte kupalı sezonun ardından, hedefler Avrupa üzerine kurulmuştu. Ancak gün geçtikçe bekleneni karşılamayan transferler, Mustafa Denizli'nin gideceği yönündeki söylentiler, mehmet topuz vakası gibi ardı ardına gelen moral bozucu haberlerin sonunda heyecanımız bir parça da olsa kırılmıştı. Sonra beğeniye sunulan formaların fos çıkması, taraftarın Quaresma beklentisinin sonuçlanmaması hedeflerin yerini hayallere mi bırakacağı endişesini getiriyordu akıllara... Haldun Üstünel fırtınasının ardından tanrılaştırılan galatasaray'ın daha santra yapılmadan şampiyon ilan edilmesiyle birlikte kötü senaryolar üretilmeye başlandı. Bu arada Ferrari ve Nihat transferlerinin gelmesiyle bir nebze olsun su serpiyordu yüreklere. İspanya'da yapılan Barış Kupası'ndaki pozitif futbol ile zenginleşen kadro yapısı başarının sinyallerini veriyordu... Şampiyonlar Ligi kuraları heyecanla bekleniyordu artık. Tabi yönetim de bu fırsatla ağzının suyu aka aka zammı yapıştırdı kombineye. 10 bin civarı kombine satışıyla fiyat olarak yeterli, ilgi olarak vasat bir satışın ardından gözler artık Olimpiyat Stadı'na çevriliyordu... Allah'ın unuttuğu stadda bizimkiler de futbolu unutuyordu ve sönük bir start veriliyordu lige. Bu maçta etkili olamayan Nobre'nin eleştirilmesiyle başlayan forvet kıyımında, 6 haftalık periyodda Nihat'ı bile tek forvet oynatma hezeyanının içine düşüyordu Denizli. Zaten şampiyonluk da bu 6 hafta sonunda uçacaktı. Antalya maçının seyircisin oynanmasıyla taraftarıyla ilk buluşmasını 4. haftada yapabilen Beşiktaş, bir türlü rüzgarı arkasına alamıyordu ve tekleye tekleye 6. hafta sonunda liderin 12 puan gerisine düşüyordu. Ligin genelini etkileyen bu 6 haftanın ardından çıkışa geçsek de kafi değildi. Bu araya tarihe tanıklık ettiğimiz Manchester ve 3-0'lık Fenerbahçe maçlarının sıkışması bu sezon için arma aşıklarının en büyük gururlarıydı. Sonuçta şampiyonluk uçtu gitti. Peki neden böyle oldu? Bu durumun oluşmasında en önemli unsur tartışmasız sakatlıklardır. Sağlam bir Nihat, Delgado, Nobre, sezon başı Toraman, bir dönem Ferrari bu takıma ekstradan 10 puan getirirdi. Ama olmadı. Sezon sonu gönderilecek bir numaralı isim Holosko'nun performansı da benim en büyük hayal kırıklığım oldu.


Geçelim tribüne... Yatakodanıza bir hırsız girerse, o korku anının artçılarıyla müthiş bir güvensizlik duygusu hissetmeye başlarsınız ve bu durumun geçmesi uzun zaman alabilir. Tribün anlamında kalbimizin içine sokulan bir hançer olarak gördüğüm Denizlispor maçı, işte bu şiddette benzer bir güven kaybı yarattı hepimizde ve fırtınanın ortasında kalmış geminin akıbetine benzer bir sürece soktu tribünü. Olay yeri henüz kan revan içerisindeyken, fail karşıdan cinayeti izliyordu ancak delilleri karanlıklaştırmayı başarmıştı. Yasadan yararlanıp zaman aşımına bırakacaktı davayı. Geriye belirsiz güçler tarafından tribüne sokulan adamlar ile belirsiz eller tarafından tutulan pankartlar bıraktı. Ancak bize en çok koyan ise hadızamızda geminin kaptanı bellediğimiz liderledin bir anda belirsizleşmesi olmuştu. Büyük özveriyle yüceleştirilen Çarşı olgusunun içi göz göre göre boşalıyordu ve konuşması gerekenler avazı çıktığı kadar susuyordu. Kafalarda binbir soru işaretiyle bolcana kırılmış kalp bıraktı o gün arkada. Bunalım sürecinin içine giren Türk tribünlerinin lokomotifi, uzun bir süre o eski parıltısından uzak bir döneme girmişti...


Üzerimizdeki bayrağın gölgesi gün geçtikçe daha da karanlıklaşmaya başlarken, yönetimsel anlamda da bir umut ışığı belirmiyordu. Seneler öncesinden şafak saymaya başladığımız Kongre gelip çattığında, Murat Aksu daha akla yatkın gözüküyordu. Ancak bir kıvılcımla camiayı arkasına alabilecek lider kişilikli bu siyasetçi bir türlü etkinleşemiyordu. Aksu alnı ak bir şekilde ardı ardına tv programlarına çıkarken, çağrıldığı programlara bile gitmeyen Demirören kamera arkasındaki lobi girişimlerine hız verip ve seçimlerin kazanılmasında bir numaralı etken olan derneklere yöneliyordu. Şampiyonluk kutlamalarında bile derneklerin gecelerine katılmaktan imtina eden bu adam, neredeyse her gece başka bir derneği ziyaret ediyordu. Ve sonucunda seçim günü İstanbul'a akın eden otobüslerle akan oylar ile derneklere taahüt edilen imkanlar takas edilip alışveriş tamamlanıyordu. Beşiktaş artık taraftarın değil, 20 bin kongre üyesinindi. Beşiktaş üzerinde hiçbir emeği olmayan taraftarlar olarak, artık 3 yıl daha zengin şımarık çocuğunun eline bakacğımız müjdelendi bu yıl. Demirören yeniden başa geçtiğinden bu sürece kadar, Osmanlı'nın 2. Dünya Savaşı sırasında uyguladığı tarafsızlık politikasına benzer bir yöntem uygulamaya koydu. Şu ana kadar hiçbir topa girmediler ve başarısızlıklarından ötürü bağışıklık kazanan bünyeler, uzun süredir pot kırmayan bu yeni yönetimin akıllandığını düşündü. Ama daha geçen hafta patlak veren vergi kriziyle büyük bir fiyaskonun altına imza atmalarına ramak kalıyordu. Yönetim cephesinden de aynı tas aynı hamam. 2010'un ilk yarısı da Demirören'den kurtaramadı Beşiktaşlıyı...


Herşeyden çok sevdiğimiz Beşiktaş'ın 2009-2010 bilançosu malesef bu kadar karamsar. James Cameroon bile gelse bu kulüpten seyirlik bir şeyler çıkaramazdı kanımca. Pembe gözlüklerle izlenecek bir derleme yapsa bile... Üzerine ölü toprağı serilmiş olan Siyah-Beyaz'ın iç dinamitlerinin yeniden harekete geçmesi için çok farklı bir şey gerekiyordu. Yoksa tüm yönleriyle sindirilmeye başlanmış uyuyan bir deve dönüşecekti asırlık çınar. Belki de şampiyonluğa bir nefes kadar yakın olabileceğimiz o haftada bilica öyle bir hareket yaptı ki, geride büyük bir boşluk olarak kalabilecek bu sezonu doldurdu ve anlamlandırdı. Büyük entrikaların içine düşmüş Türkiye'nin 99 depreminde yaşadığı dayanışma ruhuna benzer bir hale büründü camia. Ortak düşman etrafında birleşme isteği, uzun zamandır beklenen patlamayı yapamayan tribünlerin yeniden ayaklanmasına ve silkinip kendine gelmesine neden oldu. Atalarımızın da dediği gibi; bir musibet, bin nasihatten daha faydalı oldu. Gözümde bir değeri olmayacak bir sezonda, Beşiktaşlı olduğum için şükretmeye başlamama sebep olan bu olay, aynı zamanda Asi Ruh'un da yeniden canlanmasına sebep oldu. Futbolcular, taraftarın reaksiyonuyla hangi değerleri savunan bir kulüpte oynadıklarını anladı. Mustafa hocaya verilen güven oyu da, gönül adamı olan Denizli'yi heyecanlandırmıştır kendi görüşüm. Sözün özü, bu olayla birlikte şükür duygusunun oluşması, Beşiktaşlılığı sindirip, sanatçıların bile ortak payda Beşiktaş etrafında birleşmesi, bu sezonun en büyük kazanımı olmuştur. Umarım gelecek sezon bu kazanım bir itekleyici güç olarak kullanılır... Şimdi kabuğumuza çekilip yepyeni hayallere dalma zamanı. Umudun adı yine Beşiktaş.

6 Mayıs 2010 Perşembe

Double 2010!


Sahadaki Beşiktaş değilse eğer, %90 futbol topunu tuttuğum bu oyunda nasıl olduysa gönlümü çalmayı başarmış bir takım Marsilya. Bizle eşleştikleri 2008 yılındaki turuncu-mavi formasına tav olmamla başlayan serüvende, Veledrome'un futbol kokan atmosferine, Avrupa'da meşale yakan ender taraftarına sahip olmasına, belkide Pascal'ımızın da formasını terlettiği için hayranlığımın arttığı güzel amblemli futbol şehri, 18 sene aradan sonra Şampiyon oldu. Yetersiz görüp gönderdiğimiz Cisse de ikinci yılında ikinci dublesini yaptı. Şampiyonlar ligini kaptanlığını yaptığı dönemde Marsilya'ya kazandıran Deshamp, antrenörlüğüyle de bu noktalara ulaşabileceğinin sinyallerini verdi bu yıl. 2 kupayı kazanan Mavi-Beyazlıların, devler liginde yeniden üst turlara çıkmasını arzuluyorum. Umarım en az bi çeyrek final yaparlar. Seneye Beşiktaşımızın olmadığı ŞL'de sonuna kadar Marsilya'yı destekleyeceğim.